blog1-800x371-1-768x432

Bireysel Motivasyon için 10 Sihirli Adım

Motivasyon, mutlu ve başarılı olmak için hayati önem taşır. Aşağıdaki ipuçları, kendi kendinizi motive etmenize ve bunu sürdürebilmenize yardımcı olacaktır. Bunlar, pratik ve sonuca yönelik tavsiyelerdir. Uygulamadığınız sürece, genel kültürden öteye geçmeyeceklerdir.

1. HİKAYENİZİ YAZIN

Temiz bir kağıda bir iki paragraf olacak şekilde arzu ettiğiniz geleceğin hikayesini yazın. Gelecekte yapmakta olduğunuz şeyi, yaşadığınız yeri ve sahip olduklarınızı yazın. Bu sizi, hem şimdi hem de gelecekte motive edecektir.

2. GELECEĞİ GÖZÜNÜZDE CANLANDIRIN

Gözlerinizi kapatın ve kendinizi gelecekte ne yapıyor olarak görmek istiyorsanız, onu yaparken canlandırın. Sağlıklı bir şekilde koşuyorsunuz, bahçenizdeki çiçekler ile ilgileniyorsunuz ya da çalışıyorsunuz. Örneğin, hayaliniz küçük bir işyeri açmaksa, kendinizi açılış gününde, müşterileriniz ve çalışanlarınız ile selamlaşırken hayal edin. Böylece, hayallerinizi somutlaştırabilirsiniz.

3. GEÇMİŞİ GÖZÜNÜZDE CANLANDIRIN

Geçmişi gözünüzde canlandırdığınızda, daha önce nerede olduğunuzu ve ne kadar yol kat ettiğinizi görürsünüz. Planlı hedeflerinize ne kadar ulaştığınızı ve nerelerde hata yaptığınızı anlarsınız. Bu sizin doğru yolda ilerlemenizi sağlayacaktır. Bir şoförü düşünün, yalnızca önüne baksa ve dikiz aynasından yararlanmasa nelere maruz kalabilir. Zaman zaman geçmişe bakmak, en az şoförün dikiz aynasına bakması kadar yararlıdır.

4. BÜYÜK DÜŞÜNÜN

Geleceğiniz ile ilgili büyük düşünmekten korkmayın. Bu, kısa süreli başarısızlıklarınıza katlanmanızı kolaylaştıracaktır. Engeller, sizi durduramayacaktır. Çünkü, sizin gözleriniz büyük hedefe kilitlenmiş olacaktır. Uzun bir zamandan sonra sevdiğinize kavuşacağınızı düşünün, onu tren garından almaya giderken, bardaktan boşanırcasına yağan, sizi sırılsıklam eden yağmur, rahatsız eder mi?

5. KENDİNİZİ EĞİTİN

Hedef ya da hayaliniz ile ilgili her şeyi öğrenin, okuyun, konuşun, dinleyin ve deneyin. Eğer bir yazar olmak istiyorsanız, ders alın, kitaplar okuyun, yazın, diğer yazarlar ile konuşun, atölye çalışmalarına katılın.

6. DÜZENLİ OLUN

Temiz, düzenli ve iyi organize edilmiş bir ev, ofis ve hayat, motive edilmiş akıl için olmazsa olmaz niteliği taşımaktadır. Fiziksel dağınıklık, zihinsel dağınıklığa neden olur. Düzenli bir hayatınız olsun, böylece kendinizi her gün daha da zinde hissedeceksiniz. Örneğin, gece yatma, sabah kalkma saatiniz düzenli olsun. Mutlaka kahvaltı edin ve sabah en az yarım saat yürüyüş yapın.

7. EVİNİZDE VE OFİSİNİZDE MOTİVATÖRLERE YER VERİN

Evinizde, ofisinizde, arabanızda, cüzdanınızda size hedef ve hayallerinizi hatırlatacak sembollere, işaretlere, notlara ya da objelere yer verin. Bu hatırlatıcılar, sizin motivasyonunuzun devamının garantisi olacaklar. Son model bir araba sahibi olmayı mı istiyorsunuz? O halde hayalinizdeki arabanın resimlerini odanızın duvarına asın, cüzdanınızda saklayın ve ihtiyaç duyduğunuz an bakıp, hedefinizi hatırlayın.

8. GÖNÜLLÜ ÇALIŞMALARA KATILIN

Gönüllü olarak başka insanlara yardım edin. Bunu yaptığınızda, diğer insanları mutlu etmenin ne kadar tatmin edici bir şey olduğunu fark edeceksiniz. Haftasonları, eşinizle birlikte Çocuk Esirgeme Kurumu’na gitmek iyi bir fikir olabilir.

9. KENDİ MOTİVASYONUNUZ İLE BAŞKALARINI MOTİVE EDİN

En iyi öğrenme yöntemi, öğretmektir. Çocuklarınızın motive olmalarına, arkadaşlarınızın daha etkili hedefler belirlemelerine, eşinizin kişisel hayallerine ulaşmasına yardımcı olun. Onlara yardımcı olduğunuz zamanlarda, aslında kendinize de yardım ediyor olacaksınız.

10. ÇOCUKLAR İLE ZAMAN GEÇİRİN

Çocuklar ile zaman geçirmek size perspektif kazandıracaktır. İşteki yada özel hayatınızdaki sıkıntı yada endişeler, çocuklarınız ile oynadığınızda eriyip gider. Çocuklar her şeye basit yollu bakarlar ve bunu öğrenmek bile bizim için kar sayılır.

blog2-1-1600x900

Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e Nasihatı

“Ey Oğul!
Beysin!
Bundan sonra öfke bize; uysallık sana…
Güceniklik bize; gönül almak sana..
Suçlamak bize; katlanmak sana..
Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana..
Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana..
Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana…
Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana..
Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..
Ey Oğul!
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun.
Beyliğini mübarek kılsın.
Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın.
Uzaklara iletsin.
Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin.
Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız.
Tıkanıklığı temizlemeliyiz.
Oğul!
Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin..
Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!..
Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır.
Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir.
Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.
İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler.
Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir.
Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır.
Ananı ve atanı say!
Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir.
Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin.
Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme!
Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir…
Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı!
Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler.
En büyük zafer nefsini tanımaktır.
Düşman, insanın kendisidir.
Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir.
Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir.
Ülke sadece idare edene aittir.
Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur.
Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.)
İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz.
Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar.
Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez.
Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..
Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar.
Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur.
Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı…
Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli.
Savaşı sevmem.
Kan akıtmaktan hoşlanmam.
Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir.
Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır.
Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir.
Bey memleketten öte değildir.
Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz.
Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok.
Çünkü, zaman yok, süre az!..
Yalnızlık korkanadır.
Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz.
Yalnız başına kalsa da!
Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin.
Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir.
Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!..
Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.
Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.
Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın…”
Şeyh Edebali, 13. Yüzyıl, Söğüt-Bilecik-Türkiye

blog4-800x347-1-1600x900

Kralın Dört Karısı

Bir zamanlar büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten kralın dört eşi varmış. Kral en çok dördüncü eşini severmiş. Eşinin bir dediğini iki etmez, her şeyin en güzelini, en iyisini ona verirmiş.
Kral üçüncü eşini de çok severmiş. Bu güzel eşinin bir gün kendisini terk edeceğinden korktuğu için onu çok kıskanır, üzerine titrermiş.
Kral ikinci eşini de severmiş. Kendisine karşı iyi ve sabırlı olan eşi kralın ne zaman bir derdi olsa onun yanında bulunur, sorununun çözülmesinde ona yardımcı olurmuş.
Kraliçe olan birinci eşiymiş kralın. Onu çok seven, karşılık beklemeden seven, sağlığına ve hükümranlığına en büyük katkıyı sağlayan bu eşi olmasına rağmen kral birinci eşini sevmez, onunla ilgilenmezmiş.
Bir gün kral ölümcül bir hastalığa yakalanmış. Yakında öleceğini anladığı ve öldükten sonra yapayalnız kalmaktan çok korktuğu için eşlerinin hangisinin ölümü kendisiyle paylaşmak isteyebileceğini öğrenmek istemiş.
Kral en çok sevdiği dördüncü eşine ölüm yolculuğunda kendisine eşlik etmek ister mi diye sorduğunda, aldığı yanıt kalbine bıçak gibi saplanmış. Kısık sesle şöyle söylenmiş bu net yanıt “mümkün değil”
“Yaşamım boyunca seni sevdim. Sen benimle birlikte ölmeyi kabul eder misin?” sorusuna üçüncü eşi “hayır, yaşamak çok güzel, sen ölünce, ben yeniden evleneceğim” diye yanıtlamış. Kral bir kez daha yıkılmış.
“Her sorunumda her zaman yanımda olan, bana yardım eden sendin. Bu sorunumda da bana yardımcı olur musun?” talebine karşı ikinci eşinden “bu sorunun için hiçbir şey yapamam, olsa olsa sana mezarına kadar eşlik eder, güzel bir cenaze töreni yaptırır ve yasını tutarım” karşılığını almış
Büyük bir düş kırıklığı yaşamakta olan kral birinci eşinin sesiyle irkilmiş. “nereye gidersen git seninle olurum, seni takip ederim.” diyormuş birinci eşi.
Kral bu yanıt karşısında çok sevinmiş ve kendi kendine şöyle demiş: “Keşke bir şansım daha olsaydı”.
Yaşamda hepimiz dört eşliyiz. Dördüncü eşimiz vücudumuz. Onun güzel görünmesi için ne kadar zaman, kaynak ve çaba harcarsak harcayalım öldüğümüzde bizi terk edecektir.
Üçüncü eşimiz sahip olduğumuz servetimiz ve statümüzdür… Ölür ölmez başkasına yar olacaktır.
İkinci eşimiz ailemiz ve dostlarımızdır. Tüm sorunlarımızı paylaştığımız bu kişilerin en son yapabilecekleri şey bizi gözleri yaşlı olarak bu dünyadan uğurlamak olacaktır.
Birinci eş ise ruhumuzdur. Bir gün bu dünyadan ayrılsak da ruhumuz ismimizi hep gönüllerde bir yıldız gibi parlatacaktır.” (Anonim)

blog6-800x347-1-1600x900

Metrodaki Kemancı

Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC’de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider. Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider. Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar. Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz. Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell’in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston’da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı… Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell’in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz? İdi…Bu deneyden çıkarılacak kıssadan hisse ise, dünyanın en iyi müzisyeni, dünyadaki en iyi müziği çalarken, önünde durup, dinleyecek bir dakikamız dahi yoksa, başka neleri kaçırıyoruz acaba?

blog7-800x349-1-1600x900

Mevlana Şems

Bir gece Şems, Mevlana’yı ararken onu bir havuzun kenarında, derin düşünceler içinde otururken bulmuş. “Ne yapıyorsun?” diye sormuş. Mevlana: “Suyun üzerine yansıyan yıldızları seyrediyorum,” cevabını vermiş. Şems bir an durmuş, sonra da gülerek söyle demiş: “O zaman niye başını kaldırıp, göğe bakmıyorsun?” Gerçekle yüz yüze geldiğimiz zaman, onu kabul edebilecek kadar cesur, taşıyabilecek kadar güçlü müyüz? Aslında bilgi, beraberinde çok büyük bir sorumluluk getiriyor. Yaşamlarına bilerek bilmeyerek dokunduğumuz her insan bizden bir parça taşıyor. Bu da bencilce değil, bilgece yaşamayı gerektiriyor. Bilgeler, kaderi boynu bükük bir tevekülle karşılamadıkları gibi, o çocuksu heyecanlarını detaylara takılarak yitirmezler. Onlar, maskelerin gerisindeki gerçek kimlikleri sezinlerken, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını; ilâhi elin hatasız çizdiği resimdeki paradoksların ne anlama geldiğini bilir, ona göre hareket ederler. Zerafetle, sevinçle ve zevkle… İşte, Tebriz’in eşsiz Güneşi Sems’in, ‘Ayaksız yürü, kanatsız uç’ vecizesinde gizlenen mana bu. Zira gerçegi zihinle değil, aşk’ın her dokunuşuyla, bir çiçek gibi açılan kalbin aklıyla çözmek mümkün. Bir açmaza düştüğünüzde, yeise kapılmadan, kendinizi tüm düşüncelerden, geçmiş, gelecek gailesinden soyutlayarak yüzünüzü göğe kaldırın. Siz, o engin sonsuzluğa ait bir parçasınız. Yıldızlar ölecek, ama ruhunuz yaşayacak. Bırakın, geleceğe gelecek karar versin… Kaynak bilinmiyor

blog8-1600x900

Ne Güzel Bir Hata Yaptın

Geçenlerde Stephen Glenn’den ünlü bir araştırmacı bilim adamı hakkında bir öykü dinledim.Bu bilim adamının tıp konusunda yeni ve çok önemli buluşları olmuştu.Bir gazete muhabiri röportaj yaparken kendisine,ortalama bir insandan nasıl olup da farklı ve yaratıcı bir insan olduğunu sormuş.Kendisini diğerlerinden ayıran özelllik neymiş ?
Bilim adamı bu soruyu “iki yaşındayken annemin yaşattığı deneyim nedeniyle” diye yanıtlamış.Bilim adamı buz dolabından süt şisesini çıkartmaya çalışırken,şise elinden kayıp yere düşmüş ve ortalık süt gölüne dönmüş.
Annesi mutfağa geldiğinde,ona bağırmak,söylenmek ya da onu cezalandırmak yerine : “Robert,ne kadar güzel bir hata yaptın !Daha önce bu kadar güzel bir süt gölü görmemiştim. Evet,olan olmuş.Şimdi birlikte burayı temizlemeden önce biraz yerde süt oynamak ister misin ?” demiş.O da eğilip oynamış yere dökülen sütle.Birkaç dakika sonra annesi “Robert ,bu tür bir şey yaptığında, bunu senin temizlemen ve her şeyi eski haline getirmen gerektiğini biliyor musun ? Bunu nasıl yapmak istersin ? Bir sünger mi kullanalım,yoksa bir havlu ya da bez mi ? Hangisini istersin? ” demiş.Robert süngeri seçmiş ve yere dökülen sütü temizlemişler.
Daha sonra annesi “Biliyor musun, burada yaşadığımız olay senin iki minik elinle bir süt şisesini taşıyamadığın kötü bir deneyimdi.Şimdi arka bahçeye çıkalım ve şiseyi suyla doldurup,senin dolu bir şiseyi düşürmeden taşımanı sağlayalım” demiş. Küçük çocuk şişeyi boğazından iki eliyle tutarsa,düşürmeden taşıyabileceğini öğrenmiş.Yapılan hataların yeni birşeyler öğrenmek için güzel fırsatlar olduğunu anlamış.İşte bilimsel araştırmalardaki deneyler de bu temele dayanır zaten.
Bir deney başarısız olsa bile, o deneyden çok değerli bilgiler elde edilir. 
Jack Canfield

tree-838667_1280-1-1600x900

Üretmemenin Dayanılmaz Hafifliği…

…ya da, Kopyalamanın Aşırı Çekiciliği… denebilir mi..?

Son günlerde İnsan Kaynakları ve Organizasyonel Gelişim dünyasında neler olduğunu araştırdıkça, ele alınan temaların birbiri ile ne kadar benzer olduğunu biraz merakla, biraz ise şaşkınlıkla fark ediyorum.  “Bu kadar şaşıracak ne var ki?” sorduğunuzu duyar gibiyim… Haklısınız, aslında şaşıracak bir şey yok. Üç aşağı, beş yukarı aynı çevrenin içinde benzer kişiler olarak benzer konuları tartışıyor ve ele alıyoruz. Hal böyle olunca gayet tabi bir kısır döngünün içine girip, aynı yemeği pişirip pişirip birbirimizin önüne getirebiliyoruz.

İşte tam da bazı arkadaşlarımla bu konuyu tartışırken, kendimi geçenlerde şu soruyu düşünürken buldum: “E peki neden? Neden birilerinin ele aldığı bir konuyu daha da ileriye taşıyamıyoruz? Neden temelin üzerine bina inşa etmeyip de, yandaki arsaya yeni bir temel atmaya kalkışıyoruz?”

Bu sorunun cevabını araştırayım derken, neden başkalarını taklit etmeye eğimli olduğumuza dair Michael Yarbrough tarafından ele alınmış bir yazı okudum. Yarbrough’a göre hepimiz sevdiğimiz insanların hareketlerini taklit etme eğilimindeyiz ve bunu bilinçaltında yapıyoruz. Bu davranışımızın adı “Yansıtma” imiş ve psikologlar tarafından uzun zamandır biliniyor ve üzerinde çalışılıyormuş. Kural olarak “yansıtma”, muhatapların iletişimden keyif aldıkları anlamına gelirmiş. Aralarında belli bir düzeyde anlaşma olurmuş. Tartışma konusu her iki insan için de aynı derecede ilginç olurmuş ve ilgi alanlarının karşılandığını bilirlermiş.

Yarbrough’un yazısı tabi ki sadece bu kadarla bitmiyor ve ilginç açıklamalarla devam ediyor. (Merak edip okumak isteyenler için yazının orjinal İngilizce adı “The Surprising Truth About Why We Tend To Imitate Others” – Michael Yarbrough) Ancak ben tabi ki yine de kendimce Yarbrough’un açıklamalarına ek olarak konumuzla ilgili bazı varsayımlarda bulunmak istedim:

Üretmek yerine kopyalamayı tercih edebiliyoruz, çünkü

  • Denenmiş ve kendini ispatlamış, dolayısıyla daha güvenli.
  • Ya ürettiklerimle eleştirilirsem, nasıl cevap veririm?
  • Hazırı varken neden zaman harcayayım ki? Zaman çok değerli.
  • Üretimde benim de payım olacak, dolayısıyla olumsuz eleştiri gelirse herhangi bir bahane sunamayacağım.
  • Ya tamam da, ben şimdi bu konunun daha güzel bir versiyonunu sunacağım. Öbürü zaten pek de iyi değildi…

ve saire ve saire ve saire

Eminim sizlerin de bu listeye ekleyeceği daha çok bahane vardır. Ve diyeceğim o ki, kopyalamaktansa üretelim, geliştirelim, gelişelim, örnek olalım ve yol gösterelim. Çünkü naçizane kendi deneyimimden yola çıkarak biliyorum ki üretmenin ve gelişip geliştirmenin hazzı bambaşka…

Görüşmek üzere ????

– Ebru Ölçer

Mentorluk Programı Sürüyor: Geleceği Bugünden Desteklemek – PMI Dergisi Mart 2019

PMI Turkey Chapter, 2012 yılından beri üniversite ve lisansüstü öğrencilerine PMI sertifikalı üyeleri ile gönüllü mentorluk desteği veriyor. 2019-2020 yılında Mentorluk Programı’nın kapsamının genişletilip derinleştirilmesi için çalışmalar sürüyor. Bu çalışmaların ilk adımı, mentorluk yetkinliklerinin artırılması olarak
belirlendi. Bu amaçla 23 Şubat 2019 tarihinde, Ka Danışmanlık Yönetici Direktörü Sn. Sami Bugay Master Certified Coach – ICF, Mentor Coach – ICF, NCC katkılarıyla “Geleceği Bugünden Desteklemek: Mentorluk” konulu eğitim, ING İnovasyon Merkezi’nde gerçekleşti.

Katılımcıların hepsinin geçmiş dönem mentorları ve gelecek dönem mentor adayları olduğu bu eğitim, karlı bir İstanbul haftasonu olmasına rağmen uzak bölgelerden ve şehir dışından gelen katılımcılardan da yoğun bir ilgi gördü.

Eğitim boyunca Sn. Sami Bugay mentorluğun gerektirdiği yetkinlikler ile ilgili çok değerli bilgiler paylaştı. Gerek mentorluk gerekse takım iletişiminde sonuçları etkileyen davranış, düşünce ve duyguların önemi ile sınırlayan inanç ve değerler üzerine, mentorların kendi farkındalıklarını da içeren önemli paylaşımlar
vardı. Zaman zaman derin düşünülen zaman zaman kahkahalarla gülünülen eğitimin etkileşimli olması ayrı bir değer yarattı. Mentorluk süreci eğitimi, süreç ve görüşmelerin yapılandırılması ile ilgili pratik önerilerle sona erdi.

Değerli paylaşımları için Sn. Sami Bugay ve Ka Danışmanlık’a, mekan ve verdikleri güleryüzlü destek için ING Inovasyon Merkezi’ne, eğitimdeki paylaşımcı katılımları için mentorlarımıza çok teşekkür ederiz.

Takim-ve-Kurum-Kulturu-danismanligi-1600x900

Kurumlarda Bıkkınlık – Milliyet Gazetesi

Kurumların değişime diren-mesinin çeşitli nedenleri vardır. Aşağıda, bu direncin temel nedenlerini ve yaygınlığını görüyoruz.

  • Yüzde 80 oranında değişime karşı direnç,
  • Yüzde 70 oranında baştaki kişinin değişime hazır olmaması,
  • Yüzde 60 oranında gerçekçi olmayan beklentiler,
  • Yüzde 55 oranında değişim projesinin yeterli olmaması,
  • Yüzde 45 oranında değişim gerekçelerinin yeterince anlatılmaması,
  • Yüzde 42 oranında değişimin mükemmel tasarlanmamış olması,
  • Yüzde 40 oranında belirsizliklerin giderilmemiş olması,
  • Yüzde 35 oranında yetersiz yazılım desteği.

Kurum kültürü nedir?

Bir kurumda işlerin yapılış tarzı, içeride ve dışarıdaki problemlerin çözüm becerisi ile hedeflere ulaşma ve strateji oluşturmadaki işbirliği, o kurumun kültürünü oluşturur.

Bir kurumdaki düzensizlik ve tesirsizlik eğilimine “Kültürel Yetersizlik (Cultural Entropy)” denilmektedir. Etkinliğin azalması ve boş yere enerji tüketilmesi bu eğilim nedeniyle oluşur. Takım içi çekişmeler ve bıkkınlık(tükenmişlik) kendini gösterir. Doğal olarak, bu çeşit bıkkınlıkların genel ekonomik ve siyasi durumlardan etkileniyor olması da olasıdır. “Cultural Entropy” ölçülebilirdir ve gerek çalışan aidiyetine, gerekse ciro artışına önemli etki sağlar. “Cultural Entropy”nin düşük seviyeleri, daha iyi sayılır.

Yapılan hesaplamalara göre, kültürel yetersizliğin yüzde 10’un altına düşmesi, 3 yıl içinde kurum gelirlerinde yüzde 32.87 oranında artış sağlar. Kültürel yetersizliğin yüzde 29’un üstüne çıkması ise, gelir artışını, aynı sürede yüzde 11.07 seviyelerine düşürür.

Yetersizlik çalışması

Ülkemizde kurumlardaki kültürel yetersizlik konusunda en sonuç odaklı çalışmaları “KA Danışmanlık” yapıyor. Önce eksiklikler saptanıyor, ihtiyaç analizi yapılıyor; sonra kurumun nereden nereye gitmek istediği planlanıyor. Daha sonra bir kurum içi iletişim planı oluşturuluyor ve bu konuda lider koçluğu, takım koçluğu, gelişim dizaynı gibi birçok aksiyonun alınması sağlanıyor.

Bir kurumdaki düzensizlik, kopukluk ve etkisizliğin tam olarak azaltılması ve bu konudaki problemlerin çözülmesi, 3 ila 7 yıl sürdürebiliyor. Bu dönemde, hem çalışanların moralinin yükselmesi hem de kârlılığın artması, görülür ve ölçülebilir, bir sonuç yaratıyor.

Çalışma sırasında sadece objektif tedbirlerin alınması değil, psikolojik ve enerji güçlendirici tedbirlere de başvuruluyor. Kurumdaki iletişimsizlik ve etkisizlik azaldıkça, konulan sermaye karşısındaki gelir de süratle yükseliyor. Yapılan araştırmalarda, bu konuda alınan tedbirler sayesinde, kurum hisse fiyatlarının da, süratle yükseldiği gözlemlenmiş bulunuyor. Kurumlarda Bıkkınlık / Yaman Törüner, Milliyet, 18.03.2019http://m.milliyet.com.tr/yazarlar/yaman-toruner/kurumlarda-bikkinlik-2844102/

yazilar-800x600-evde-kal-sosyal-1600x900

Beraber BİRLİKTE olmak

Uluslarası gönüllü çalışma grubumuz ile Sağlık Çalışanlarını desteklemek için hazırladığımız, onların geçirdikleri bu vefakâr süreçteki zorluklarını daha kolay yönetmelerini sağlayan sistemik bir akışı sizlerle paylaşıp yaymanızı rica ediyoruz. İlgili dosyayı aşağıdaki bağlantıdan indirebilir ve çevrenize yollayabilirsiniz.

#evdekal #destekverorg

Sami Bugay